20 Aralık 2012 Perşembe

Tavares'le gerçekliğin ötesine


29 Mayıs sabahı, günün ilk saatlerinde, bir denklemin parçaları gibi bir araya getirilmeyi bekleyen bir grup yalnız adam ve kadın, geleceklerinden habersiz yazgılarının izinden gitmektedirler. Hepsinin ortak özelliği, herhangi bir sebepten, gecenin bu saatinde uyanık olmalarıdır. 

Ernst Spengler ayaklarını çerçeveden ayırıp kendini yüksekten boşluğa bırakmayı hayal ederken, Mylia eski kilisenin arka bahçesinde büyük bir ağrıyla boğuşmakta, varoluşunu ve yön veremediği kaderini sorgulamaktadır. Aynı saatlerde Mylia’nın eski eşi, ününü kaybetmiş bir doktor olan Theodor Busbeck, kötülük ve korkuyla beslenen bir planın başlangıcına kendisini hazırlamakta, tuvalet masasının önündeki Hanna bir cerrahın titizliğiyle kavradığı kalemi göz kapaklarının eğimlerinde dolaştırmaktadır. 

Mylia, bu saatte uyanık olan insanların sıradan hayatlar yaşayamayacağını bilir. Gece kontrolden çıkacak tesadüflere ve algıların ötesinde bir öyküye gebedir. Kudüs’ün kurgusal örüntüsünü oluşturan olayların büyük kısmı bu sabah saatlerinde meydana gelir. Kısa bölümlerin bir diğerini takip ettiği hikâyede Gonçalo M. Tavares, birbirleriyle örtüşen hayatların ve kaderlerin dansını sunar okuyucuya. 

Bilinmezliğin ve tedirginliğin kucağındaki Kudüs’te, birbirinden bağımsız hayatların, şehrin sokak lambaları altında kurduğu köprü, şiddetin, korkunun ve acının çizdiği yolda uzanacak ve hayal gücünü zorlayan bir macera, ışıkların altında, tüm çıplaklığıyla boy gösterecektir...