30 Haziran 2010 Çarşamba

Evrim ve Bilim


Adem uykudan uyandı. Havva karşısında tüm güzelliği ile ona bakıyordu. Öylesine mutluydu ki Adem, eksilen kaburga kemiğinin ağrısını hissetmiyordu bile. Günlerdir, amansız şeytanın soğuk boynuyla sarıldığı bu elma ağacının altında yatmış, yalnızlığını paylaşacağı o eşin gelmesini bekliyordu.

Darwin başını alıp gitmeye kalkışmasaydı Galapagos'a ve anlatmasaydı evrenin gerçeklerini, hâlâ bu tip efsaneler üretmeye devam edecektik belki de.
İnsan zihni yalnızdır. Yer yer depresif ve mutsuz zihin, kendini gündelik hayatın kargaşasına ya da bir kahkahaya kaptırmadığı sürece soru üretir. Zihnin ürettiği bir kısım sorular, sosyal ilişkiler ve yakın gelecekle ilgili kaygılı bekleyişin ürünleridir ki bunlar kolay olanlardır.
Ancak zihin bununla yetinmez. Zor sorulara geçer.
"Nereden geldim?"

Türlerin kökeni ve evrim teorisi insanoğlunun en merak ettiği soruya cevap bulmak için yazıldı Darwin tarafından. Büyük ihtimalle o da hemen her insan gibi çocukluğundan beri, nereden geldiğini, nasıl vücut bulduğunu soruyordu kendine. Cevap bulmanın zorluğunun fazlası ile farkındaydı ve cevapların, Meryem' in kutsal kasesinde değil uzaklarda olduğunu biliyordu. Gitti.

Yavaş yavaş "evrenin sırrı"nı görünür kılıyordu gözlemleri. Sır diye bir şey yoktu esasında. Atom, element, hücre vardı. Yaşam ve ölüm vardı. Hiçbiri kutsal geçişler değildi; hepsi tamamen maddesel olaylardı. Canlının ortaya çıkışı ilk etapta büyük bir raslantıdan ve milyonlarca yıldır süregelen türler arasındaki güç savaşından başka bir şey değildi.

Evet uyum her şeydi. Ancak bu uyum kesinlikle "akıllıca tasarlanmış" bir evrenin uyumu değildi. Düzen kısmen mevcuttu. Ama bu düzen estetik üzerine kurulu mükemmel bir düzen değildi. Her şey rastgele gelişiyordu doğada ve mevcut koşullara en yüksek adaptasyonu gösteren tür, bu "düzen" içinde varlığını sürdürme şansı yakalıyordu.

Upuzun silindirik kaplarda servis yapılan bir şerbet elbette kocaman kaşıklarla içilemezdi; bunun için bir kamış gerekli idi. Ellerinde kamışlar ve kaşıklar olan insanlar masaya oturuyor, kamışı olanlar doyarken diğerleri aç kalıyordu. Aç kalan yok oluyordu. Böylece uzun silindirlerin servis kabı olarak kullanıldığı bu toplumda sadece kamış taşıyan insanlar yaşayabiliyordu.
Yani "kusursuz" uyum sahibi türler aslında milyonlarca kusurlunun arasından elene elene bugüne geldikleri için bu denli kusursuz görünüyorlardı.Yeryüzündeki tüm denizlerin kuruduğunu düşünürseniz binbir rengi ile salınarak yüzen bir balık ya da bir mercan ne denli kusursuz olabilir ki?

Hiçbir şey "akıllı tasarım" değildi. Türler akıllıca tasarlanıyor olsalar binlerce evrimsel geçiş formu, fosillerini bırakıp gitmezlerdi dünyamızdan. Milyonlarca türün evrildiği ve yalnızca başarılı evrilenlerin türlerinin devamlılığını sürdürebildiği çok net okunuyordu doğadan.

Darwin tüm notlarını toparlayıp teorisini sunduğunda, “tanrının kuzusu” evrime yenik düşmüştü. Evrim bilim dünyasının manşetiydi. Gelişecek olan biyolojinin, tıbbın kaidesini örüyordu Darwin tuttuğu notlarla.
Evrimin bir mükemmelleştirme mekanizması değil, bir tür eleme olduğunu farkeden insan, belki ilk etapta, ona mesafeli durmayı ve evrim fikrinden zihnini kaçırmayı tercih edebilir.
İsa' dan -ve belki öncesinden- beri inanıllagelen ve insana huzur veren "eşsizlik", "mükemmellik", "tanrının suretine sahip olma" fikirleri ile kendini önemli hisseden insan için, bir anda, "bir nevi organizma", "yeri geldiğinde bir av" ve en nihayetinde "bir tür hayvan" olduğu düşüncesi ile yüzleşmek elbette sarsıcıdır.
Çevresinde gördüğü yüzlerce hayvan türü ile, yemek, doğurmak, yavru yetiştirmek gibi aynı fizyolojik hareketleri yaptığını bilen insan, kendini her nasılsa onlarla aynı kökenden görme fikrinden her daim uzak durmuştur.

Evrimsel bilimin çıkış noktası olan “değişim” muhafazakâr kesimlerin ağızlarına bile almak istemedikleri bir ifadedir. Bu nedenle yaratılışcılar gerek insanın, gerek insan dışı türlerin ve çoğu yerde düşüncelerin dahi evrimlerinin karşısında durmuşlardır. Darwin’ in ardından, yaratılışcı düşüncenin yüzyıllardır, insanı doğanın hakimi, tanrıyı ise tek mutlak güç olarak kabul ettirme çabaları evrim duvarına çarpmıştır. “Yaratılış efsanesi” yandaşlarının, evrimin milyonlarca yıllık bilimsel veri birikimine karşı sunabildikleri tek argüman söyleyeninin belli olmadığı sözler ve yaratılış efsanesinin hayali öğretileridir.

***

Evrim ve Yaratılış Efsanesi ile ilgili yazımın ham halidir.
Kitap tanıtım yazısı olarak yeniden düzenlenmiş şekli Kitap Gazetesi' nden okunabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder