24 Mart 2010 Çarşamba

Gergin!


Hayat = Stres

"Hayatı stres olarak yaşamak" diyorum ben buna.

Kendimi bildim bileli, portakal çiçeği kokan, huzur dolu geçirdiğim gün sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Lise son sınıfta iken MC Donald's' daki kasiyer kızın da dediği gibi "yüz hatlarım sürekli gergin!".

Zümrüt' te otuz tane poz arasından seçerek kimliğime yapıştırdığım fotoğrafta, yüz hatlarım, açık kalp ameliyatı yapıyormuşcasına "gergin"!

So sexy!

Stres öyle bir yaşam biçimi haline gelmiş ki benim için; günün büyük kısmında gülüyorum ama kahkaha atan yüz hatlarım "gergin"!

"Okul nasıl bir şey? Adapte olabilir miyim? Ya sıra arkadaşım derste altına işerse!" stresi.

"Annemle babam kavga etti, acaba boşanırlar mı?" stresi.

"Çok zayıfım, hasta mıyım?" stresi.

"Çok şişmanladım, kilo verebilecek miyim?" stresi.

"Orta okulda ceket giymek zorunluymuş" stresi.

"Okuldan kaçtım, evi ararlar mı?" stresi.

"Dedem ölünce ne yapacağım?" stresi.

"Ulan lise de bitiyor, sap gibi kaldım!" stresi.

"ÖSS günü ishal olur muyum?" stresi.

"O beni sevecek mi?" stresi.

"İstanbul' dan ayrı nasıl yaşarım?" stresi.

"Beni kan tutuyor", "okul uzuyor", "aman tanrım, kanama başladı" stresleri...

"Güneş neden doğudan yükseliyor? Ya batıdan olursa, kıyamet işte odur... Yoksa aklımı mı yitiriyorum? N' aparım, kim bakar bana?" stresleri...

Ot stresi, bir de bok elbette...

Daha sayamayacağım milyonlarca stres. Stresleri yazarken bile stres duyuyorum desem?

***

Sanırım modern yaşamın bedelini stresle ödüyoruz; nakit.

"İstanbul seni hapsemiş, eski bir banda kaydetmiş, davul gibi gerilen derimi, kim bilir kimler inletmiş..." derken bunu mu demek istiyor acaba "sarı kız"?

***
Haaa.. Bir de,

Ajda' ya üzülüyorum.

Estetiğe yatırım yapacağına strese yapsaydı eminim şimdi daha "gergin" olurdu.
:)

16 Mart 2010 Salı

Altın Tozu



Ev istiyorum.
Boğaz' ı ya da Ada' yı görsün ama muhakkak denize baksın.
Kapıda da bir Jeep' e hayır diyemem.

Gucci, Versace, D&G ve bazen Diesel olmak üzere 20-30 tane güneş gözlüğü...

Ayakkabılarım odalarındaki raflarda dururken, ben arkamda Louis Vuitton bavullarımı sürükleyerek St. Tropez' de ufak bir "vakasyon" için şehirden ayrılıyorum.
Voila!

Yola çıkarken onlarcasının arasından seçtiğim cep telefonum, gece-gündüz, spor ve hatta yatak kıyafetlerim tamamen haute couture olarak üretiliyor.

Christian Dior sevsem de Paris' e gittiğimde Parfum sur Mesure' ü ziyaret etmeden duramıyorum.

Hızlı adımlarla yürüme sebebim beni esir alan "sürekli yapacak daha fazla şeyim olduğu" hissi. Pradalar' ım kaldırımları ezerken, pardesümün eteğinden altın tozu saçıyorum.

Sürekli Avrupa' nun tozunu yutmama rağmen her cemiyette şovenist nidalar atıyor, "cennet vatanım" ayağına alkış topluyorum.

Champs Elysee ile Bağdat Caddesi' ni kıyaslıyor, araba gürültüsünü sevdiğime kendimi inandırıyorum.

Yorkie' mi hiçbir seyahatimde yanıma alamıyorum, ah prosedürler.
Bu geri zekalı avrupalılar kendilerini ne zannediyorlar anlamıyorum. Çoğu, onun bir aylık veteriner masrafı ile tam bir yıl geçiniyor.

Uff mon cher, bıktım bu keşmekeşten. Sanırım yaşlılığımda kuzeyde bir orman evinde yaşayacağım.
Yok canım ne Karadeniz' i? İsveç, belki Finlandiya.

Genç, yaz tatilerinde hamallık yaparak harç parası biriktiredursun. Ben sadece yeni LV' min hamalıyım.

15 Mart 2010 Pazartesi

Göstermek


Göstermek!

Göstermek güç sembolüdür.
"Yiğidin malı meydanda olur."

Göstermek sempati kazandırır.
"Göster oğlum amcalara pipini."

Göstermek para getirir.
"Haydi, göster enerjini!"

Göstermek tehdit içerir.
"Gününü göstermek."

Göstermek kıymet kazandırır.
"Gösterip de vermemek."

Kısacası göstermek her şeydir bir bakıma.

Ancak asıl iş gösterende değil, gördüğünü yorumlayandadır.

***

Popüler kültür kölesi Ozan' ın yeni "gözde"si ve hatta "ikbal"i:

cantamdakiler.com

Pek orijinal olmasa da fikir, sadece buna adanmış tek internet sitesi.

13 Mart 2010 Cumartesi

Gelmeyin!


Maddi problem kelimesi sözlüğümüzden çıktı.
Artık kullanılmıyor, kullanılsa da bir şey ifade etmiyor.
Hayır hayır, kimseye "lotari" falan vurmadı. Halkçı bir yönetim gelip vergileri aşağı da çekmedi.

Alıp? Anlamadım.
Haaa, yok alıp verip ekonomiye de can vermedik.
Üstadım ölüye can vermek peygamberin harcı değildir de hekimin olsun.

***

Istanbul şehrinin orta kesimleri bir yana dursun, müreffeh güney kıyıları ve hatta boğaz hattı bile suya ekmek banacak düzeye gelmiş durumda.

Hayırsever yardımları bozuk para düzeyine düşerken, kibar istanbullular çıkacakları bir akşam yemeğini bile "mütevazı bir emekli yemeğine davetliyiz" şeklinde sunmak zorunda kalıyorlar yakınlarına. Zira insanlar için en lüks şeylerden biri de kaliteli beslenmenin yanında sosyal etkinlikte bulunabilme durumu oldu.

Kadınların sizin şehirlerdekilerden pek farkı yok. Hepsinin ortak kaderi sabahları Müge Anlı' nın beyinlerinin ırzına geçmesinden ibaret.

Hiçbir şey yemeksizin ve sokak çeşmelerinden sıvı ihtiyacınızı karşılayarak (yüce Osmanlı sağolsun çeşmemiz bol) ailece bir Beşiktaş' tan Ada' yı gezip görmek yaklaşık 50 Lira. Açlıktan kan şekeriniz düşerse doktor muayenesi özelde 280, devlette 8 Lira (yüce devletlümüz sağolsun).

Ev sahibi olmak lüks. İş bulmak da keza.
Üniversite mezunları genel olarak kronik işsizlik illetinden psikopatik belirtiler gösteriyorlar. Master ya da doktora gibi ileri düzey akamedik hatalar yapanların patolojisi daha ciddi boyutlarda semptomlar doğurabiliyor.

İş sıkıntısı pek çekmeyen mesleklerin mensupları (çok şükür bunlardan biriyim) değerlerinin dörtte biri fiyatına satılıy... pardon çalışıyor, paralarını zamanında alabilmek için el-etek öpmekten kambur oluyorlar.

Deniz kirli, balık sizin kıyılardan geliyor. Tarla vb işlenebilir alan falan kalmadı. Yediğimiz her şey sizin köylerden, giydiğimiz her şey Paris ya da Milano' dan geliyor (!). Yani çoğunun adı geliyor da kendisi Merter' de üretiliyor.

Markadan bahsetmişken, "herkes bokunu kaynatıp içecek" durumda, ancak markalar sokaklarda cirit atıyor. Bu yılın modası Gucci çantanız 5 Lira' dan satılıyor. Ancak bir kötülüğü var sadece bir hafta kullanılabiliyor.

"Arabik" akım şatafatlı yaşam görüntüsü verme çabalarını tam gaz körüklerken, batılısı-doğulusu, zengini-fakiri, evlisi-dulu hem "kainatın başkenti"ne sövüp, hem de parmağa yapışan sümük gibi ayrılmıyorlar bu şehirden.

Taş ve toprak asla altın değil.

Bu söze kanıp toprağınızı bırakıp buraya gelmeye sakın kalkışmayın.

"Gelmeyin gitmeyin,
şehre ve kendinize eza vermeyin!"

"İlla geleceğiz Nelcetü'l Alem' e ya zındık" diyorsanız, tekrar keyfim olduğunda ekleyeceğim diğer yazımda, burada saadet sahibi olmanın sırlarını okuyabilirsiniz.

10 Mart 2010 Çarşamba

Hızlı Okuma


Kitap okurken hatırladım da; ilköğretim yıllarında çoğu öğretmen tarafından yapılan abuk subuk bir uygulama vardı: Hızlı okuma yarışması.

Bazen isteğe bağlı bazen ise öğremenin seçtiği katılımcıların mücadelesinden oluşan bu ritüel en nefret ettiğim toplu aktivite idi.

Her zaman noktalama işaretlerine uyarak okumaya çalışan "Küçük Ozan" olarak, ağzından salyalar saça saça dakikada bilmem kaç kelime okuyan kızlara nefretle bakardım.
Araba arkasına takılan ufaklıklar gibi, sınıfın erkeklerinin önlük kuşaklarına yapışık yaşayan "küçük hatun" seri halde konuşma yeteneğini, çaçaronlukta ve okuma yarışlarında kullanırdı.

İşin garibi, ömrünün yarısını noktalama, vurgu vs gibi dilsel konuları anlatmaya vakfetmiş olan öğretmen de hızlı okuma yarışında saat tutar, noktasız, virgülsüz ama bol salyalı kelimeleri dakikanın sonunda sayıp birinciyi ilan ederdi.

Şimdilerde soruyorum, bu ritüel de kaybolmuş. Hala virgüllerde yarım, noktalarda tam "es" verince mutlu olan ben bu habere de pek memnun oldum.

Aman siz siz olun hızlı düşünün ancak yavaş ve anlayarak okuyun çocuklar. :)