26 Nisan 2010 Pazartesi

Her Devrin Adamları



Ahlak bacakların arasına hapsedildiğinden,
ağızlar, eller ve zihinler
özgürce ahlaksızlık üretebilirdi.
Sansür bu bölgeleri kapsamıyordu.




Sol' un Sakinleri ve Emlakçıları

Bundan 5 ay kadar önceydi.

İşyerimin caddesinde AKP bir dükkanı kiralayıp, toplantı salonu haline getirdi.
O güne kadar sadece trafik kazaları ve izleyen kavgalarında bu denli şenlenmişti bu cadde.
Bir de geçen yıl, hapishanenin eski duvarı caddenin tam ortasına çöktüğünde.
Akşamları eve dönerken yolum gereği sürekli önünden geçiyorum bu dükkanın.

Cayır cayır yanan ışıkların altında, ikinci el ofis malzemelerinin satıldığı yerlerde hemen göreceğiniz türden kocaman bir masa, etrafında plastik sandalyeler... Sakil bir görüntü.
Çoluk, çocuk, genç, yaşlı...

Tüm mahalleli orada.


Dikkatinizi çekmek isterim. Çiçekçi ve Salacak (praym minıstırın ahbaplarının armatörlük sevdası ile kısmen fethedilse de), Üsküdar' ın sağcıların yağmasından en az nasibini almış yeridir. İnsanlar -semte ve onun eşsiz boğaz havasına olan düşkünlüklerinden sebep- evlerinden pek taşınmazlar. Gelenler ise buranın havasına ve sakin yaşamına hemen uyum sağlar.

Eskileri her zaman "burası solun kalesidir" der dururlar.


Şimdi camlardan içeri bakıyorum. Kalenin sakinleri plastik sandalyeler üzerinde ilkelerini açık arttırmaya çıkarıyor.
Oturanlardan biri eski -kendi tabiri ile- DHKP-C' li, bir diğeri Alevi, yanındaki ise Ermeni...

Bu insanların hepsi ya bu partinin samimiyetine artık gönülden inanmışlar ya da sadece "en büyük"ten istemenin işe yaradığını(!) anlamışlar.


Netice?

Solun kalesi, kendi sakinleri tarafından satılığa çıkarılıyor...
***

Ağırdan Satanlar

Yekta ile sık sık benzer bir konuda tartışıyoruz.

Mühendis olmasına rağmen yapmaması gereken işleri de üstlenerek ancak para kazanabildiğini söylüyor. Bu devirde tutunabilmek için "benim işim değil" yerine "yaparız ağabey" denmesi gerektiğini savunuyor.
Yanlış anlaşılmasın. Siyasi tavizleri ve devrin adamlarını o da sevmiyor.
Ne var ki, mikro düzeyde tavizlerin gerekliliğini de belirtmeden geçmiyor.
Bunu tek diyen o da değil.
Bir çok arkadaşım benzer şeyleri öğütleyip duruyor yıllardır.
"Ben bazı şeyleri yapmamak için üniversite bitirdim" dediğimde "kendini beğenmiş", "ukala" ve "bir bok olma heveslisi" damgası yiyorum.

Ancak gerçek şu ki, ben zaten kocaman bir bokum!


İnsanların parasını hakedebilmek için işimi layıkı ile yapmam yeterli (olmalı), bunun için titrek bir fahişenin çantasını arabasının ön koltuğuna kadar taşımak zorunda hiç hissetmedim.
Aç kalacak da olsam (anneannemin büyük konuşmamak gerektiği yönünde söyledikleri aklıma geliyor) kimsenin önünde yerlere kadar eğilip; el, etek öpemem; tatminsiz ruhları okşayamam; buruşmuş taşakları havalandıramam...
***


Devrin Adamları

Bahariye' de kokoş bir kız gördüm. Yanında ona "sahip olmanın" gururu ile yaylana yaylana yürüyen oğlana "aşkım insan bir köpek için ağlar mı ayol? yaneee?" diyordu.

Sanırım çocuk bu suçu işlemişti ve onun için bu fazlaca duygusaldı (bkz. top).
İçimden yanına gidip neler demek geldi bilseniz...

Tırnağı kırılsa hüngür hüngür ağlayacağından emin olduğum bu küçük hanım, köpek için ağlamanın acizliğinden bahsediyordu.


Sonra düşündüm.

Maalesef bu toprak, bu zekada ve algıda insanlarla doluydu.
Elbette bir istikrardan bahsedilemezdi bu gibi insanların arasında.


En yakınlarımda bile duyarak büyüdüğüm bir laftı:
Para gelsin de, nasıl olursa.
İşte böyle bir haldi insanların içinde bulunduğu.


Ahlak bacakların arasına hapsedildiğinden, ağızlar, eller ve zihinler özgürce ahlaksızlık üretebilirdi.
Sansür bu bölgeleri kapsamıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder