6 Nisan 2010 Salı

Top Ozan


"Küçüklüğümden beri çoğu zaman
insanları düşünmeye sevk etmiş,
kıskançlık hezeyanlarını dindiren
nöroleptik olmuştur bu düşünce."



Oyuncak silahım olmadı.
Yanlış hatırlamıyorsam bir kez anneannem aldı ancak oynanmadan durdu dolabın üzerinde.

Maytap, kızkaçıran, torpil...
Pek beceremezdim.
Bir tek üzerine taşla vurunca çat çat ses çıkaranları bilirim.
Mahallenin çocukları metre metre alıp bir anda tutuştururken, ben onları tek tek taşla ezip şaşırırdım;
"nasıl vurunca böyle yanıyor bu yaa?".

İşte kafamdaki ampul bu soruyla yandı.

Her şeyin sebebini sorgulamaya başladığımda beş yaşında filandım.

Önceleri toprağa ektiğim kuş yemlerinin suyu çekince büyüyüp yeşil olduğunu düşünür ama yaprak şekline nasıl dönüştüğünü anlayamazdım; sonra biyolojiyi keşfettim.
Dolabımda futbol topu yerine ıslak pamuklara sarılmış fasulyeler ve nohutlar doluydu.
Kapağı kapalı dolapta birden bire kocaman oluyorlar ancak yaprakları büyümüyordu.
Aynı çivi topuklar giyip Cadde' ye musallat olan türbanlılar gibi duruyorlardı.
Güzel bir sarışın için güneş şarttı. Balkondaki fasülyeler yeşil, dolaptakiler sarı-beyazdı.

Akvaryumdaki balıklar soğukta daha az yemek yiyordu.
Pencereye bakan tarafı yemyeşil oluyordu bir de akvaryumun.

Dizimi merdivene vurduğumda önce kızarıyor, sonra morarıyor ve en son olarak da sararıyordu.
Yaralar ya kanıyor ya da saydam bir su salıyorlardı, bazen de "iltihap" (annem böyle diyordu) olup kokuyorlardı...

Aman tanrım!
Dünya çok karmaşıktı.
Öğrenmem gereken "aşırı şey" vardı.

***

Tek ilgim fen değildi.

"Zaman geçiyor"du.
Sürekli kalemimi kaldırıp bırakıyordum.
Her sefer farklı şekilde düşüyordu.
Hemen geçmiş oluyordu yaşanan an ve asla aynısı oluşturulamıyordu anın.

Zaman algısını bir film sahnesi ile çok net kavramıştım.
Çekirgeyi taklit eden robot zıplarken onu eziyor, sonra da sahibine "hadi parçalarını birleştirelim, onu tekrar hayata döndürelim" diyordu.
Sahibi ise "o öldü" cevabını verip gidiyordu.

Ölümle yaşam iki titreşimin arasıydı sanki.

Filmin verdiği ateşle, bu uğurda on-on beş karınca öldürmüştüm. Yani "zamanın geri gelmezliği"ni kanıtlamak için kendime.
Gelmiyordu.
Çünkü ölünce, "ölüyordu".

Yıllar sonra dedemi kaybettiğimde, geri geleceği umudunu hiç taşımadım bu yüzden.
Cennet bahçelerinde meyve kokladığı avuntusunu da.

***

Hayat çok karmaşık hal alıyordu.
6 yaşıma gelmiştim ancak hayata dair hiçbir şeyi çözemiyordum.
Beynim patlayacak gibiydi.
Ada' yı gören evimizin ahşap tavanını hatırlıyordum. Kerestelerde yuvarlak siyahlıklar vardı. Babam "onlar dal izi" diyordu. Dümdüz tavanda dal ne arıyordu? Neden bizim tavanımız için ağaç öldürüyorlardı? Sapık mıydı bunlar?

Zaten katil ruhlu annem sürekli tavukların bacaklarını koparıp yemem için önüme koyuyordu! Bir de beyin salatası. Yack! "Çok yararlı"ydı sözde. İğrenç bir tadı vardı. Hayvan ömrü boyunca sadece acı çekmişti o beyinle, ailesini görmemişti hiç, hergün ölümü beklemişti... Doğal olarak acıydı beyninin tadı, iğrençti.
Ağzıma zorla ve kaşık kaşık ezilmiş beyin giriyordu...
Ooooof!

***




Annem yemek düzenimi değiştirdi.
Köfte yiyordum. Köfte cesede benzemiyordu.

Yeni meraklarım ev eşyalarıydı.
Çaydanlık kaynayınca kapağını havaya atıyordu. Bir süre sonra içinde su kalmıyordu.

"Aman tanrım buharlaşıyor!"

Artık 6 yaşıma basmıştım ve zekam artmıştı. Anlıyordum yavaş yavaş... Hatta bu bilimsel (!) deneylerim sırasında kaynar çaydanlığı üzerime döküp ikinci dereceden yanmıştım.

Dünyayı anladıkça, önceden kapıldığım dehşet duygusu yerini heyecana bıraktı.

Her şeyin kesin bir açıklaması, formülü ve çaresi vardı.

Hatta bu geri zekalı düşünce ile neredeyse on yaşıma kadar "eğer istemezsem ölmeyeceğimden emin" olarak yaşadığımı itiraf edebilirim.
Çünkü "-sanırım- ölüm bir zayıflık"tı. Kendini salmaz ve teslim etmezse kimse ölmezdi.
Bunun da yalan olduğunu sokakta ona yuva yaptığım ufak kedi -o denli yaşamak isterken- ölünce anladım.

Meraklarım durmak bilmiyordu.
Ki daha geçen yıl Turkcell 3G hizmetinin "merak ne güzel şey, ne güzel şey merak" sloganı ile tanıtılmasına kadar bu toplumda merak hakkında söylenen tek söz "kedinin başına ne gelirse meraktan" olmuştur.

Doğal olarak 15 yıl önce meraklı bir erkek çocuğu olmak gerçek bir "top"luktu.
Hala da öyledir.

"Karıya kıza merak", "alkole merak", "eğlenceye merak" sindirilebilir durumlarken, "ota, boka, böceğe..." ve "düşünmeye" merak (bkz. deli) hiç hoş karşılanmaz.

Halbuki bokun, muhteşem bir düzeneğin ve şaşaalı bir biyolojinin tecellisi olduğunu ben 7 yaşımda anlamıştım.

Örneğin domatesi kabuğu ile salataya koydularsa asla yemezdim.
Çünkü -bence- kabuğu hiçbir işe yaramıyor, boşuna dişlerimi yoruyordu.
Neden mi yaramıyor? Çünkü ne zaman yesem kabuklar aynen çıkıyordu.

(Bunu anlattığımda "ayyyy yıvrançççç" diyen salak kızların hepsi lise bile bitiremeden evlendi, ilgiyle dinleyen tek bir tanesi şu anda doktor.)

Oturup ders kitaplarını okumaya başladım.
Millet "sürekli ders çalışıyor" diyordu ve gerçekten büyük bir "top"luktu.

Çünkü kızların memeleri yeni çıkmaya başlamıştı
ve bir arkadaşımın tabiri ile "artık mıncıklanabiliyor"du.

Aslında ders de çalışmıyordum. Ders kitaplarını okuyordum.
Çünkü bir sürü merak ettiğim şeyin açıklaması orada vardı.
Hatta hayal kırıklığına da uğramıştım.
Su kaldırıyor, iki yandan çekilen şey sabit kalıyor, arabadaki sinek cama çarpmıyor, aynalar yansıtıyor, kurbağalar yumurtluyordu.
Zaman hala üzerinde düşünülen bir şeydi.
Ama onun da felsefesi benden yüzyıllar önce yapılmaya başlanmıştı. Heyhat!

Benim kaç yıldır deneyerek bulduğum bir ton şey çoktan bulunmuş, kanunlaşmış, üniversitelerde öğretiliyordu. Zaten her şeyin en iyisi üniversitede öğretiliyordu. Üniversiteler benim gibi manyaklara (ve genelde toplara) normal olduklarını göstermek için kurulmuşlardı.

***




Yaşım ilerledikçe estetik anlayışım gelişmeye başladı.
İşte şimdi tam bir "top" oluyordum.

Annem kilo alınca siyah giymeyi tercih ediyordu. Daha zayıf gösteriyordu ve hatları gizliyordu. Zaten ışığı da en çok o emiyordu.
Offf siyah bir harikaydı ve kesinlikle kırmızı ile birlikte muhteşem bir uyum sergiliyordu.

Tüm kadınların saçları sarı olmalıydı ve etek giymek zorunlu tutulmalıydı.

İnce topuklar yürünmesi daha zor olsa da bacakları çok zarif gösteriyorlardı.
Boyunlarda fular o kadar şık duruyordu ki, erkekler bile takmalıydı.

Şifon muhteşemdi.

Yakası dar giymek benim gibi utangaç (utangaç erkek çocuğu=top) çocukların işiydi. Bilhassa kadınlar kesinlikle boyunlarını açmalıydı. Bu onları daha narin gösteriyordu.

Fular, şifon, zarif, şık, narin... Allah' ım gerçekten "top" oluyordum. Bunlar nasıl kelimelerdi?
Arkadaşlarım "ananı sikerim" diyorlardı mesela en çok, "şık" ya da "zarif" değil.

***

Bir kızdan hoşlanıyordum.
Kız geçen haftaki beden dersinde ters takla atamadığım ve futbol oynamadığım için benim top olduğumu düşünüyor, beni ciddiye almıyordu.

Orta okul beden eğitimi hocam, "yenilenen okulun molozlarını bize taşıtma ahlaksızlığı" nı yaparken, bana "hadi bakalım yük taşıyor Ozan, bugün erkek oluyorsun" diyordu.

Benimle derdi "ben fen seviyorum, maymun gibi kafamın üzerinde dönemedim diye notumu kıramaz, okul birincisi olacağım" dediğimi duymuş olması olabilir.

Zaten yüz epilasyonu yapmıyordu sanırım, hep kırmızı rujunun üzerinde bıyıkları var gibi duruyordu ve estetiğin "e"sinden haberi yoktu.
Olsa o pis spor ayakkabıları değil, şık bir şeyleri tercih ederdi, -di, -di, -di...

Hoşlandığım başka bir kız, arkadaşına "uf bırak salağın teki, işi gücü ders çalışmak, bir de münazaralara katılmak" diyordu.

Kızları baştan çıkaramıyordum (top).
Yüzüm kıpkırmızı olana kadar, eteklerinin altına koyduğum aynayı izlemiyordum çünkü (top). Sanırım rahatsız olmuş gibi davransalar da bunun yapılmasından hoşlanıyorlardı.
Zira çoğu, bunu yapan erkeklerle birlikte oluyorlardı.

Geçenlerde bu kızlardan birine rastladım. Yanında eşi vardı. Selamlaştık sadece. Zamanında beni beğenmeyen prenses öyle bir adamla evliydi ki; işyerime tuvaletleri temizletmek için bile almayacağım çok net. Konuşma korkunç, ses tonu, ayakkabılar, eller... Oh my GOD!

***




Lise geldiğinde saygınlığım artmaya başladı. Orta okulda adım anons edilmişti çünkü. Başarılıydım. Kanıtlamıştım.
Ayrıca yaş itibarı ile "çılgınlıklar" a açık bir döneme girmiştik.
İnisiyatif kullanan erkekler vardı lisede, birini beğenirken, bir işi yaparken vesaire.
Ama yine de "top"tum/tuk.

Dans etmek çok önemliydi mesela. Ama bu kocaman bir topluktu hala.
Halbuki üniversitede dans seven erkekler tercih edilecekti ama lisede bunu bilmemin imkanı var mıydı?

Evimi kızlar arıyordu ve sevgilim değillerdi (top).
Böyle bir şey olabilir miydi?
Bir kız sadece tahrik unsuru ve sahiplenilecek, okul çıkışı uğruna kavga edilecek (neden ulan kız savunamıyor mu kendini?) bir meta idi.
Ben ise onlarla arkadaşlık ilişkisi kurabiliyordum (oh my holy "top").
Bu arada kızların büyük bir kısmı kendilerini mal gibi gören erkeklerle "çıkıyorlardı" bu da ayrı.
Neyse ki o dönem entelekt sahibi bir kız buldum da beni sevdi.

***

Maraton yön değiştirmişti.
Okulda benim deneylerimin ruhundan eser yoktu. Sürekli ezberletiyorlardı ve ben ölümüne reddediyordum.
Başarım yerlere düştü.
Bilimin ezber olmadığını kimseye gösteremeyeceğimi farkedince "modacı olacağım", "fotoğrafçı" olacağım demeye başladım. Ama içlerinde hiç biyoloji yoktu. Hayvan yoktu. Böbrek, dalak yoktu...

Modacı lafı yükseldiğinde artık kendim de geri dönülmez bir top olduğumu kabullendim.
Bu kadarı cidden fazlaydı.
Orospu bir travesti olmama ramak kalmıştı insanlar nazarında artık!
(Orospu diye belirtmek istedim çünkü tüm travestiler orospu değildir.)

Neler istiyordum?
Sanat (top), el becerisi (top), kediler ve köpekler (top or deli), biyoloji (salak).
Tamam.

...






Şimdi dönüp bakıyorum.
İyi ki "top" olarak yetiştirilmişim.

"Saldım çayıra, mevlam kayıra" formunda yetiştirilen akranlarım okuyamadı,
hapse girdi,
esrara alıştı.

Kötü son görmeyenler istediklerini yapamadan ya da istedikleri yere gelemeden kaldılar.

"Top" erkekleri sevmeyen kızlar "kazma" gibi "herif"lerin ter kokusu ile uyumaya mahkum edildiler.

Ben bu yaşıma kadar istediğim her şeyi yaptım.
Okulun en çalışkanı ve en tembeli oldum;
işyeri açtım;
yemek yapmayı öğrendim (top);
bulaşık da yıkıyorum (top kek);
yırtık pantolon ve şort giydim (eti puf);
saç uzattım ve küpe taktım (kaltak şirine (haha bu şekilde hep köpeğimi seviyorum, buraya eklemek istedim));
istediğim eğitimi aldım (ve alıyorum)...

Bir tek dünya seyahatini yapamadım.
O da tamamen sıkılıp işyerini kapattığımda olacaktır muhakkak.

Özgür ve yaşıma göre başarılı hissediyorum.

"Ozan çok akıllı ama biraz kibar çocuk annesi" derlerdi hep. O "ama" ne ise (top). Şimdi ise "Ozan çok akıllı ve kibar çocuk annesi" diyorlar.

Hep "Oxford' a mı gidecek/sin? Nedir bu çalışma?" tenkitleriyle büyüdüm.
Halbuki ne güzel olurdu gitseydim, yanılıyor muyum?

Şarkı söyledim (top), dans ettim (topik), şımardım (topiş), kahkaha attım (topoş), "karı gibi" ağladım (tortop)...

***



Siz siz olun, çocuğunuz bunları yaptığında tenkit etmeyin, edene de taviz vermeyin (bkz. annem).

Her konuda cesaretlendirin ki, hangi konuda özelleşeceğini bulsun çocuğunuz.

Duygularını kontrol altında tutmayı cinsiyet ile bağdaştırmayın ("sen kızsın yakışmaz", "sen erkeksin olmaz"...). Çok rahatsızsanız toplum adabıyla bağdaştırın.

Çocuğunuz televizyonu açıp karşısında dans ediyorsa bunun nesi kötüdür?
Belki de imaj bakımından "zavallı" konumdaki ülkemizin ismini duyacaktır birileri, onun sayesinde.
Bunu (dans işini) sokakta yapıyorsa "karı mısın sen?" değil, "burası sokak oğlum, insanlar rahatsız olabilir" deyin.
Böylece hem kibar olmayı öğrenecektir hem de dans etmeyi.

Ancak ne yaparsanız yapın, yine de o okulunda bir "top" olacaktır.
Çünkü çocuklar çok acımazsızdırlar ve şekilci.
Bunu önemsemeyin.
Gerçek başarılar "okulda top olan" küçük çocuklardan çıkar
ve
en donanımlı eşi onlar bulurlar.

Emin olun.
:)

*

Haaa, bir de bonus:
Bu "top"lar çok iyi yabancı dil konuşurlar.
Yadırganma kaygısını küçükken yendikleri ya da hiç barındırmadıkları için "what" a, "vıhat" demezler.
("Tüm ömürlerini diğer akranları gibi cendere içinde, aile, toplum vb baskısı altında geçirmezler" e metafor olarak söylenmiştir.)

Estetikten -genelde- anlarlar.
Kadınları mutlu etmeyi daha iyi bilirler doğal olarak.

"J" harfini de severler ve Fransızca' ya bayılırlar.

:)

Netice?

Yaşasın topluk!


Bir de destek talebi ekleyeyim: http://bizerkekdegilizinsiyatifi.blogspot.com/

4 yorum: