20 Aralık 2012 Perşembe
Tavares'le gerçekliğin ötesine
2 Ekim 2012 Salı
1 Ekim 2012 Pazartesi
Hızlı Tüketim Ürünlerinde Hız Kesmeyen Etik
Medya Planlaması Sağlık İletişiminin Başrol Oyuncularından
17 Eylül 2012 Pazartesi
11 Eylül 2012 Salı
15 Nisan 2012 Pazar
Dört Ateşli Yosma Tadında
Dün uzun bir gündü. Gecesi kahkahayla biten günleri böyle tanımlamayı seviyorum. Zira gülmenin hayata katkısıyla ilgili çocukluktan gelen bir inanca sahibim...
...
Kavramların içlerinde zıtlarını da barındırdığı bilinen bir gerçektir. Aşk kurgumuzun içinde nefretin var olabilmesi, her özgürlüğün aslında kısıtlar üzerinden tanım bulması gibidir bu zıtlık. Ad olarak birbirine kontrast bulduğunuz ya da eksen dışında tuttuğunuz haller aslında birbirini tamamlar, şekillendirir ya da anlamlandırır çoğu zaman. Cinsellik de bu kavramlardan biridir bir bakıma. İnsanın kendi cinselliğine dışarıdan bakması hemen her zaman komik algılanır; çoğu zaman başkasınınkine de. Yeşil Çam’ın düşüşü olarak değerlendirilen erotik Türk sineması yıllarına ters açıdan yaklaştığımızda, zıtlardan oluşan bütünlüğün keşfinin aslında bu dönemde hızlandığını görebiliriz. Zira “Tokmak Nuri”nin afişine baktığımızda erotizm ve gülmeceyi bir arada görebiliyorsak, zıtlar bu dönemde başarıyla bir araya getirilmiş demektir. Seksin daha kabul görür halde sergilenmesi için dinamiğinde barındırdığı komediyi gün ışığına çıkarmak elbette küçümsenecek bir girişim değildir. Öyle ki bu projeksiyon insanın hemen her zaman açlığını çektiği iki noktaya etkir; cinsel haz ve gülmeye duyulan ihtiyaca. Biliyoruz ki cinsellik, biyolojik ödül mekanizmalarıyla desteklenen güçlü bir güdü. Bu noktada, malzemesi insan olan bu kavramın pazara yönelik işlenmesi gayet karlı bir yaklaşım. Peki ya gülmece? Bunun cevabınıysa bir arkadaş toplantısında rastlantı sonucu bulduk…
Keyifli günün sürprizli gecesini Alternatif-İstanbul Rehberi'nde yayımlanan Erotizm Üzerine Örülen Beyaz Perde yazımda bulabilirsiniz. :)
6 Nisan 2012 Cuma
22 Mart 2012 Perşembe
Kitap Okuyoruz!
KİTAP OKUNACAK İLLER VE OKUMA MERKEZLERİ
26 Mart 2012 Pazartesi Günü
Adana- Hacı Ömer Sabancı Kültür Merkezi Bahçesi-saat: 12.30-13.00
Ağrı-İl Halk Kütüphanesi Önü-saat: 12.30-13.00
Ankara-Abdi İpekçi Parkı-Sıhhiye -saat: 12.30-13.00
Artvin-Çokkatlı Otopark ve Spor Kompleksi Binası Boğa Heykeli Yanı-saat: 12.30-13.00
Aydın-İl Halk Kütüphanesi Karşısı/Turistik Park Yanı-saat:12.30-13.00
Balıkesir-Valilik Hizmet Binası Önü/Dinlenme Alanı-saat: 12.00-13.00
Bartın-Bartın Orman İşletme Müdürlüğü Bahçesi-saat: 12.30-13.00
Bursa- Uludağ Üniversitesi Mediko Sosyal Merkezi Önü-saat 12.30-13.00
Bingöl- Kültür Merkezi Binası Önü-saat: 12.30-13.00
Bitlis-Şehir Merkezi-saat: 12.30-13.00
Burdur- Cumhuriyet Meydanı Anıt Alanı-saat: 12.30-13.00
Çanakkale- Çanakkale 18 Mart Üniv. Anafartalar Kampusu-saat 12.30-13.00
Çorum-Çorum Kültür Sitesi Meydanı-saat:12.30-13.00
Denizli-Denizli Belediyesi Önü-saat:12.30-13.00
Diyarbakır-İl Halk Kütüphanesi Bahçesi-saat:12.30-13.00
Edirne- Saraçlar Caddesi-saat: 12.30-13.00
Erzincan-Cumhuriyet Meydanı-saat: 12.30-13.00
Erzurum-Yakutiye Medresesi Önü-saat: 12.30-13.00
Eskişehir-İl Halk Kütüphanesi Bahçesi-saat:12.30-13.00
Gaziantep-Kırkayak Parkı/İl Halk Kütüphanesi Karşısı-saat: 12.30-13.00
İstanbul –Galatasaray Lisesi Önü-İstiklal Caddesi –Taksim/Beyoğlu- saat: 12.30-13.00
İzmir-Konak Meydanı Saat Kulesi Önü-Konak –saat: 12.30-13.00
İzmir-Bornova Cumhuriyet Meydanı-saat: 12.30-13.00
Karabük-Halk Eğitim Merkezi Önü-saat: 12.30-13.00
Karaman- Piri Reis Kültür Merkezi Önü-saat: 12.00-13.00
Kırıkkale- Cumhuriyet Meydanı- saat: 12.30-13.00
Kocaeli-Sabancı Kültür Sitesi Önü-saat: 12.30-13.00
Malatya - İl Halk Kütüphanesi Önü-Kernek Meydanı-saat:12.30-13.00
Manisa- Manisa İl Halk Kütüphanesi(KİTAPSARAY) Bahçesi-saat:12.30-13.00
Muş- Ceylan Alışveriş Merkezi Önü-saat: 14.00-14.30
Osmaniye- Park 328 AVM- saat:12.30-13.00
Sakarya- Atatürk Bulvarı AKM Önü-Saat: 12.30-13.00
Sinop- Valilik Önü-saat: 12.30-13.00
Şanlıurfa-Cengiz Topel Meydanı-saat: 12.30-13.00
27 Mart 2012 Salı Günü
Afyonkarahisar- Hattat Ahmet Karahisari Kültür ve Sanat Merkezi /Uydukent -saat: 12.30-13.00
İzmir-Konak Meydanı Saat Kulesi Önü-Konak –saat: 12.30-13.00
28 Mart 2012 Çarşamba Günü
Bolu- Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kütüphanesi-saat: 12.00-12.30
31 Mart 2012 Cumartesi Günü
Kıbrıs/Lefkoşa- Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Büyükhan/Lefkoşa-saat: 11.00
(III. Geleneksel Kitapla Buluşma Vakti” Kitap Okuma Etkinliği)
Not: Kitap Okuma gerçekleşecek iller ve meydanlar belirlendikçe bu liste güncellenecektir.
Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Merkezi –TKD Kampus
Ayrıntılı Bilgi İçin:
Aydın İleri
Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Başkan Yardımcısı
0535 896 53 36
1 Mart 2012 Perşembe
Beyaz Önlük, Siyah Şapka
Son yirmi beş yıldan beri tıp ve tüketim kültürü, kontrolden çıkmış bir hengâmenin içinde sürükleniyor. Bu sürüklenmenin etkileri ilk kez bu denli ayrıntılı olarak gözler önüne seriliyor.
Hayat kurtarması, hastaları iyileştirmesi beklenen “beyaz önlüklü” tıp, her ne pahasına olursa olsun daha çok satmak isteyen “siyah şapkalı” agresif bir endüstriye dönüştü. İşte modern tıbbın karanlık yüzüne yolculuk tam da bu dönüşümün hikâyesi aslında.
The New Yorker ve The Atlantic Monthly’de yazan, tıp doktoru ve biyoetik uzmanı Carl Elliott, bizi davet ettiği bu yolculukta, eski usul hekimlik anlayışını, tüketim kapitalizmine feda eden sosyoekonomik değişimi, karanlığa katkı sunan aktörleri deşifre ediyor. Mesela ilaç üreticileri için “bilimsel” makaleler kaleme alan yazarlar, yani ilaç firmalarının sözünden çıkmayan hayaletler! Hekimleri armağana boğma yarışında, satış kotasını tutturmak için elinden geleni ardına koymayan tıbbi satış mümessilleri, tıp camiasını son gelişmeler konusunda bilgilendirmek için dünyayı gezen “fikir liderleri”, ticarileşmiş tıbbın endüstri desteğiyle sunduğu bütün nimetlerin denetiminden sorumlu olan etik uzmanları… Ve profesyonel kobaylık müessesesi… Hepsi aydınlığın etrafına birer tuğla koyarak karartıyor ortamı.
Carl Elliott ise küçük bir kibrit çakıyor ve kurumsallaşmış olduğu için artık hiç kimsenin bir sorun olarak algılamadığı “aldatma kültürü”nü keşfe çıkıyor. Elliott, insanı derinden sarsan öyküleri ve renkli karakterleri bir sıçrama tahtası olarak kullanıp, para etrafında dönen önemli etik sorunların kökenini araştırıyor. Acaba alınıp satılmaması gereken bazı şeyler olabilir mi? İş etiği hangi açılardan tıp etiği ile çatışır? Ve tıp alanındaki tüketim kültüründe ters giden nedir? Elliott bu soruları sorarken, ister istemez neşterini dokunduruveriyor!
O neşterin dokunduğu tıbbın yumuşak karnından ortaya saçılanları okuduğunuzda siz de çok şaşıracaksınız!
Bir hekim ve etik uzmanı olan Carl Elliott, “Beyaz Önlük Siyah Şapka” adlı kitabında, tıp dünyasına eleştirel gözle farklı cephelerden bakıyor. İlaç araştırmalarında denek olarak kullanılan kobayların cephesinden, kimi düzmece olan bilimsel makaleleri kaleme alan hayalet yazarların cephesinden, doktorları belirli ilaçları reçeteye yazmaları için manipüle etmeye çalışan tıbbi satış mümessillerinin cephesinden, tıp etiğini meslek edinen ancak endüstrinin maşasına dönüşebilen biyoetik uzmanlarının cephesinden…
Elliott, kendilerine bir tür geçim kaynağı yaratmak için ilaç çalışmalarına katılan profesyonel deneklerin, yani kobayların tecrübelerinden sunduğu kesitlerde bir yandan kobaylık müessesesinin etik yönünü sorgularken, diğer taraftan peş peşe ilaç çalışmalarına katılan kobaylarla yürütülen bu araştırmaların bilimselliğinin ne denli su götürür olduğunu gözler önüne seriyor.
Elliott, eskiden tıp fakültelerinde ya da eğitim hastanelerinde yürütülen ilaç çalışmalarının, ilaç firmaları tarafından özel sektöre nasıl kaydırıldığını anlatırken, bu değişimin sonucunda türeyen sözleşmeli araştırma kuruluşlarının, ilaç geliştirme sürecinin her aşamasında ürünün arkasını nasıl kolladığını, ilacın hızla onay alabilmesi için yapılanları ve bu arada görmezden gelinenleri, hasıraltı edilen bilgileri, kurumsal inceleme kurullarının bu süreçteki rolünü deşifre ediyor. Yazar, hekim sorumluluğu ile endüstri arasındaki çıkar çatışmalarının ne denli tehlikeli olabileceğini vurgularken, geçmişte ilaç firmalarından bazılarına karşı açılan hukuk davalarından da çarpıcı örnekler veriyor.
Elliott’ın örneklerle irdelediği bir başka konuysa, kanıta dayalı tıbbın temelini oluşturan klinik araştırmalar ve bu araştırmaların yazılı metne dönüştürülmesiyle hazırlanan bilimsel dergilerde yayımlanan makaleler. Tıp yayıncılığı sektörünü de masaya yatıran Carl Elliott’ın sorguladığı konulardan bir başkası, hekimlerin hastalarına uyguladığı tedavileri yönlendiren bilimsel makalelerin güvenilirliği.
“İlaç pazarlamasının çoğunlukla pazarlama gibi gözükmemesi gerektiği düşünülür” diyor Carl Elliott. “Hekimler, reklâmlara değil, deneysel kanıtlara dayanarak ilaç yazdıkları konusunda ısrar ederler (hastalar da buna inanmak ister). Bu nedenle, ta başından beri ilaç üreticileri pazarlama araçlarını deneysel kanıt sunan araçlara olabildiğince yakın bir kılıkta tasarlamaya çalışmışlardır: Tıbbi dergiler, bilimsel makaleler, özetler, sempozyumlar, konferanslar, slayt gösterileri ve yuvarlak masa toplantıları.”
O halde büyük ölçüde ilaç endüstrisinin güdümünde hazırlanan, son derece bilimselmiş gibi görünen bu ayrıntılı senaryoya ne kadar güvenebiliriz? Bir başka deyişle, finansal çıkarların her şeyin üzerinde olduğu bir alanda at koşturan ilaç firmalarının arasında hastaların çıkarlarını ön planda tutmakla yükümlü olan doktorlar da, yine ilaç endüstrisinin desteğiyle yapılan çalışmalara, yayımlanan makalelere, yapılan toplantılara göre karar veriyorlarsa, verdikleri kararların gerçekten de hastaların çıkarını gözettiği iddia edilebilir mi? Dahası, tıp profesyonelleri bu aldatmacanın ne kadar farkında?
Yazar, ilaç endüstrisiyle tıp dünyası arasındaki çetrefilli çıkar ilişkilerine dikkat çekerken, bu ilişkilerde önemli rol üstlenen iki grubun etkisini özellikle inceliyor. Bunlardan birincisi, ilaçların satışından sorumlu olan tıbbi satış mümessilleri, yani endüstriyle doktorlar arasındaki ana iletişim kanalını oluşturan ve satışından sorumlu oldukları ilacın kotasını tutturmak için didinip duran firma temsilcileri. Diğeriyse, kendi alanlarındaki son gelişmeleri meslektaşlarına duyurmak üzere toplantıdan toplantıya koşturan ve hayalet yazarların hazırladığı makalelerin altına kendi imzasını koyan kanaat önderleri.
Sonuç olarak Carl Elliott’ın anlattıkları, aslında toplumun herhangi bir kesimini değil, hepimizi ilgilendiriyor. Sağlık hizmetlerinden faydalanan/faydalanamayan vatandaşları, hastaları, potansiyel hasta adayları olan sağlıklı nüfusu... Sağlık sektöründe çalışan tüm profesyonelleri, şu anda tıp fakültelerinde öğrenci olup da birkaç yıl sonra hastaların sorumluluğunu üstlenecek olan doktor adaylarını, meslek örgütlerini... İlaç firmalarının CEO’dan medikal müdüre, ürün müdüründen tıbbi satış mümessilline varana dek bütün çalışanlarını... Sağlık muhabirlerini, tıp yayıncılığıyla uğraşanları... Elliott her ne kadar Birleşik Devletler’deki çığırından çıkmış sağlık sisteminin genel bir resmini çiziyor gibi görünse de, aslında tüketim kapitalizminin sağlık sistemini nasıl ele geçirmiş olduğunu anlatıyor kitabında; dolayısıyla verdiği örnekler Birleşik Devletlerle sınırlı değil, küreselleştiği ve sermayenin esiri olduğu ölçüde kirlenmiş sağlık sisteminin parçası olan bütün ülkelerle ilgili.
Yazar: Carl Elliott
İngilizceden çeviren: Şiirsel Taş
Yayınevi: Hayykitap - 171
17 Ocak 2012 Salı
Modern Çağın "Büyük Birader"i
Yıllardır süregelen “Büyük Birader bizi gözetliyor” tartışmalarına Facebook, Twitter gibi ağların yeni bir boyut kazandığını da söylemek mümkün. Bu söylemin yerini “Artık tüm Dünya bizi gözetliyor ve bunu da bizim ‘rızamıza dayalı’ yapıyor” söylemi aldı.
Özel hayatlar, radikal görüşler, söylemler, hatta fotoğraflar, videolar arık ortada. Ünlüler ve siyasiler birbirlerine Twitter’dan cevap veriyor. İşin daha ilginç tarafıysa, bir zamanlar ‘ulaşılmaz’ dediğimiz kurumlar ve şahıslar artık “bir enter uzaklıkta”.
Sosyal paylaşım ağlarında herkesin eşit söz hakkına sahip olması öne çıkan başka bir unsur. Öyle ki sıradan vatandaş ünlü kişi ve kurumların mesajlarını takip edebiliyor, paylaşabiliyor. Bugün bir köşe yazarı, hem devlet büyüklerinin, hem diğer ünlülerin, hem de vatandaşın takip ettikleri arasında yer alabiliyor.
Özellikle Twitter, ‘gazetecilik’ anlayışına da farklı bir boyut getirmeye başladı. Daha önce doğru habere ulaşabilmek için büyük çaba harcayan gazeteciler, artık haber kaynağı olarak bu sosyal ağlardan faydalanıyorlar. Magazin muhabiri, magazine konu isimleri, spor muhabiri ise spor adamlarını, klüpleri takip ediyorlar. Bir Tweet, bir habere dönüşüyor. Gazeteci, haberin güvenilirliğini okuyucusuna duyururken “Twitter’dan açıkladı.” ifadesini kullanılıyor.
Sosyal paylaşım siteleri sayesinde artık vatandaş da bir gazeteci gibi, haberleri yorumlayarak arkadaşlarına duyuruyor, onun arkadaşları da kendi arkadaşlarına duyuruyor .
Öyle ki Vatandaş kendi gündemini özgürce sosyal ağlarda belirliyor.
2011’de TWITTER İLE YAZILI BASININ GÜNDEMİ NE KADAR EŞLEŞTİ ?
PRNet Halkla İlişkiler Araştırma ve Değerlendirme A.Ş, Twitter’da 2011 yılında en çok bahsi geçen konu başlıklarıyla, yine 2011’de yazılı basında karşımıza çıkan başlıkları karşılaştırdı. Twitter gündemi ve Basının gündemi ne kadar tutuyor , adetler ile raporladı.
Bir Türk Twitter kullanıcıları dizini olan Twitterturk’un, 2011 yılını baz alarak ‘Twitter paylaşım ağı’ hakkında yaptığı geniş çaplı araştırma verilerine göre;
Twitter’da en çok konuşulan ’10 önemli ‘olay’ şu şekilde sıralandı:
1-Arap Baharı,
2-Şike iddiaları
3-Haziran 2011 Seçimleri
4-Van depremi
5-Terör
6-Ekonomik kriz
7-Bedelli askerlik
8-İnternet filtresi
9-Atanamayan/atanmayı bekleyen öğretmenler
10-Çılgın Proje
PRNet, aynı konuları basında çıkan haber adetlerine göre yeniden sıraladı.
1-Haziran 2011 Seçimleri (80.072 haber),
2-Van depremi (32.965 haber),
3-Terör (32.667 haber),
4-Ekonomik kriz (30.571 haber),
5-Şike iddiaları (22.446 haber),
6-Arap Baharı (10.112 haber),
7-Bedelli askerlik (6.135 haber),
8-Çılgın Proje (5.815 haber),
9-İnternet filtresi (2.779 haber),
10-Atanamayan öğretmenler (1.051 haber)
Twitter kullanıcılarının 2011’de hakkında en çok konuştuğu “Arap Baharı” konusu, yazılı basın sıralamasında 6. sırada yer alarak ciddi bir farklılık gösterdi.
80 bin haber ile Basın gündeminin birincisi olan “Haziran 2011 Seçimleri” ise Twitter’ın ‘en çok konuşulanlar listesinde 3. sırada yer aldı.
Basın Van depremini 2011’in 2. Gündem maddesi olarak belirlerken, Twitter’da Şike iddiaları, Van depremini geçti.
2011 yılında Twitter’da hakkında ‘En çok yorum yapılan kişiler’ ise şöyle sıralanıyor:
1-Hilal Cebeci
2-Erol Köse
3-Okan Bayülgen
4-Nihat Doğan
5-Cüneyt Özdemir
6-Murat Boz
7-Melih Gökçek
8-Ahmet Hakan Coşkun
9-Doğuş
10-Pucca
PRNet, aynı isimleri yazılı basında çıkan haber adetlerine göre yeniden sıraladı.
1-Melih Gökçek (6.407 haber),
2-Nihat Doğan (1.791 haber),
3-Ahmet Hakan Coşkun (1.670 haber),
4-Okan Bayülgen (1.311 haber),
5-Murat Boz (1.107 haber),
6-Cüneyt Özdemir (946 haber),
7-Erol Köse (858 haber),
8-Hilal Cebeci (750 haber),
9-Doğuş (337 haber),
10-Pucca (239 haber).
2011’de Pampişleri ile Twitter gündemine oturan Hilal Cebeci’nin yazılı basında 750 haber ile her yıl olduğundan çok daha fazla habere konu olduğu aşikar. Aynı şekilde Erol Köse de sansasyonel açıklamaları ile her ne kadar 7. sırada yer alsa da basında 858 adet habere konu oldu. Twitter’da 7. sırada olan Melih Gökçek ise Basın sıralamasında 1.’lik koltuğunda.
TV DÜNYASI’nda Twitter ve Yazılı basının gündemi eşleşti; MUHTEŞEM ZİRVE!
1-Muhteşem Yüzyıl
2-Kuzey Güney
3-Öyle Bir Geçer Zaman Ki
4-Behzat Ç.
5-Leyla ile Mecnun
6-Disko Kralı
7-Survivor
8-Fatma Gül'ün Suçu Ne
9-Yetenek Sizsiniz
10-O Ses Türkiye
PRNet, aynı TV başlıklarını yazılı basında çıkan haber adetlerine göre yeniden sıraladı.
1-Muhteşem Yüzyıl (8.022 haber),
2-Öyle Bir Geçer Zaman Ki (4.303haber),
3-Behzat Ç. (2.951haber),
4-Fatma Gül'ün Suçu Ne (2.781 haber),
5-Survivor (2.418haber),
6-Leyla ile Mecnun (876 haber),
7-Yetenek Sizsiniz (771 haber),
8-Kuzey Güney (751 haber), * yeni
9-O Ses Türkiye (408 haber), * yeni
10-Disko Kralı (254 haber).
“Muhteşem Yüzyıl”, hem Twitter’da hem de yazılı basında ilk sıraya oturarak muhteşem bir gövde gösterisi yaptı.
Kanal yöneticilerinin Muhteşem’in karşısına koyacak kadar güvendikleri yeni dizi “Kuzey Güney” Twitter’da 2. sırada. Kulvara yeni yayın döneminde çıktığı göz önünde bulundurulursa, yazılı basın adetlerinde de iddialı olduğu söylenebilir.
Spor camiasında Twitter’ın ilk 10’u ;
1-Fenerbahçe
2-Aziz Yıldırım
3-Trabzonspor
4-Galatasaray
5-Beşiktaş
6-NBA Lokavt
7-Alex
8-Arda Turan
9-Volkan Demirel
10-El-Clasico olarak sıralandığını görüyoruz.
PRNet, aynı spor markalarını, yazılı basında çıkan haber adetlerine göre yeniden sıraladı.
Fenerbahçe (105.696 haber),
Galatasaray (88.544 haber),
Beşiktaş (76.195 haber),
Trabzonspor (64.853 haber),
Aziz Yıldırım (11.994 haber),
Alex (11.813 haber),
Arda Turan (8.429 haber),
Volkan Demirel (3.006 haber),
NBA Lokavt (1.390 haber),
El-Clasico (683 haber)
TV Dünyasında olduğu gibi Twitter gündemi ve Basın gündemi yine eşleşerek Fenerbahçe’yi 2011’in zirvesine taşıdı.
Kürk ve Deri Fuarı Karşıtı Basın Açıklaması
Kürk ve deri kullanımının artık eski çağlarda olduğu gibi zenginlik ve statü sembolü değil; cehalet, bilinçsizlik, görgüsüzlük ve duyarsızlık" olarak algılanmaya başladığını hemen hemen herkes biliyor.Teknoloji ve iletişim çağının zirve yaptığı günümüzde, kürk ve deri ürünlerinin nasıl elde edildiği de artık herkesin bilgisi dahilinde bir gerçektir. Kürklü hayvanların, (biz kürk hayvanları demiyoruz) doğdukları andan itibaren güneşsiz, topraksız suni ortamlarda aylarca tutularak ağır eziyet altında geçen süreler sonunda daha acılı ve korkunç olan; elektrik verilmesi, canlıyken başlarına vurularak etkisizleştirilip, diri diri kürk ve derilerinin üzerlerinden soyulduğunu bilmeyen neredeyse yoktur. Bu insanlık dışı üretim ve işleme sürecine seyirci kalmak, hatta üreterek, satarak, satın alarak ya da susarak dahil olmak, sorumluluk bilincine sahip merhametli kişilerin asla kabul edemeyeceği bir tavırdır. Kürk hammaddelerinden bazılarının kedi, köpek, tavşan, tilki olduğunu bilen pek çok kişi; kendisine daha uzak olan, günlük hayatta rastlamadığı mink, vizon, samur gibi hayvanların da varlığını artık biliyor.Canlıların yaşam hakları doğumla başlar ve biri diğerinden üstün kılınamaz.Hele ki "KÜRK" kullanmak için öne sürülebilecek hiç bir tartışma götürür mazeret yoktur.Kürk vahşetinin tamamen sonlandırılması için çalışmalarımız her platformda devam edecektir.Türkiye'nin en büyük metropolünde bütün bu gerçeklerden habersizmiş gibi "korkunç cehalet ve vahşet ürünlerini" sergilemekten çekinmeyen "İSTANBUL DERİ&KÜRK 2012" fuarını bu nedenlerle protesto ediyor, bütün bilinçli, duyarlı insanları da bilinçli seçimler yapmaya ve protestomuza katılmaya davet ediyoruz.Değerli basın mensupları, sosyal ağlardaki dostlarımız, duyarlı halkımız ve meslektaşlarımızla paylaşırız.
KÜRKE HAYIR PLATFORMU
İSTANBUL BAROSU HAYVAN HAKLARI KOMİSYONU
9 Ocak 2012 Pazartesi
Otuz Yaşa Mektuplar
Meri İstiroti başarılı iş insanlarını 30’lu yaşlarına geri götürdü. Ortaya çıkan mesajları kendi kaleminden derledi. “Otuz Yaşa Mektuplar” değerli iş insanlarının 30 yaşındaki kendilerine yazdıkları mektupları içeriyor. Gençleri, rol modelleri ile buluşturma misyonu taşıyan kitap; aynı zamanda, satışından elde edilecek gelirle sağlık bilimlerinde okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilere de burs imkanı sağlıyor.
Meri İstiroti’nin kaleme aldığı Doğan Kitap’tan çıkan “Otuz Yaşa Mektuplar” D&R’larda okurlarıyla buluşmak üzere raflardaki yerini alırken İstiroti, eserin amacını şöyle tanımlıyor: “Amacım, günümüzün farklı değer yargılarıyla büyüyen, daha yüzeysel ve maddi değerlere erişmenin içsel derinliğe ulaşmaktan daha baskın olduğu gençliğimize “mentorlük” yapabilecek çok değerli şahsiyetleri yanı başlarına getirebilmekti. Her birinin yaşam serüvenlerini ve kendi gençliklerine yazdıkları mektupları okurken okuyucuların geleceklerini aydınlatabilmeyi arzuladım.”
“Otuz Yaşa Mektuplar” da her biri kendi mesleklerinde seçkin 44 isim, 30’lu yaşlarına geri dönüyor ve yaşadıkları tecrübelerle gençlere sesleniyor. Tiyatrocu, iş adamı, müzisyen, din adamı vb. farklı meslekten, farklı dinden, farklı kuşaktan ve farklı geçmişten 44 ayrı renk, bu eserde aynı çatı altında toplanıyor. Kimisi “keşke”leriyle, kimisi “iyiki”leriyle hem geçmişlerini yad ediyor, hem de kendilerini keşfetmenin keyfini yaşıyor ve yaşatıyor.
Bugünkü aklım olsaydı çok daha farklı davranırdım” dediğiniz olur mu? Bu kitapta; yaşanan çok değerli tecrübeler, kazanılmış başarılar, üst noktalara ulaşmak için yapılmış hatalar var... Kendi başımıza gelmese bile bu tecrübeleri okuyarak, hayat yolumuzu bir miktar daha bilinçli kat edebiliriz.