Bienal' in kuytu bir köşesinde, birden bire ortalıktan kaybolan aşkını arayan, onun ayak izlerine rastlamak için kendini İstiklâl Caddesi' nde dolanırken bulan bir çaresizin haykırışlarını duyuyorsunuz.
Bu çaresiz aşık kimi zaman bir travesti oluyor kimi zaman genç bir kız.
Hepsi aynı şeyi arıyor.
Aşkı...
ve onu özgürce yaşama hakkını.
***
Bu çaresiz aşık kimi zaman bir travesti oluyor kimi zaman genç bir kız.
Hepsi aynı şeyi arıyor.
Aşkı...
ve onu özgürce yaşama hakkını.
***
"Biricik sevgilim,
Seninle konuşmak için bir kez daha duruyorum.
Bu sefer İstiklal Caddesi’nde.
On bir gündür yorgun argın yürümek beni bitirdi.
Bu ayakkabılar böyle ağır muamele görsün diye yapılmamış ki!
Başta senin yine ortadan kaybolmuş olmanın yanında; diğer yorucu sıkıntılardan hiç bahsetmiyorum bile.
Seninle konuşmak için bundan başka yolum yok.
Ziyaretlerini kestiğinde seni biraz rahat bırakmam gerektiğini düşündüm.
Telefonlarıma çıkmamaya başlayınca, belki yazışırsak kendimizi daha açık ifade edebiliriz dedim.
Sen e-mail göndermeyi de bırakınca, daha az söze razı oldum.
Ama sen artık mesajlarıma da cevap vermeyi reddedince, beni duyarsın umuduyla sokaklarda gezmekten başka ne yapabilirim bilmiyorum.
Nereye gittin tatlım?
Seni merak edeceğimi biliyor olmalısın.
Yoksa ayrılıp gittin mi?
Bana haber ulaştırmak için bir yol bulamaz mısın?
Son görüştüğümüzde benim mekansızlığım dediğin şeye kızgındın.
Nerede olduğum, nereye gittiğim konusundaki kararsızlığıma.
Asla bana aitmiş gibi durmayan bu şehirde neden kalmak istediğimi anlamadığını söylemiştin bana.
Biliyorum, sanıyorsun ki bu yüzden sessizliğim, dairemdeki jakuzileri kapamam, sokakta sana dokunmamam…
Hepimiz dış çevremizin bir ürünüyüz, demiştin, başka bir şeyin değil.
Benim de kendi çevremden kaçmayı bırakmam gerektiğini söylemiştin.
Beni tatlı bir şekilde yanağımdan öpüp, belki de eve gitme vaktim olduğunu söylemiştin. Sanki ben evimin neresi olduğunu bilmiyormuşum gibi!
Dış çevre diye birşey yok, hepsi bu.
Çevre dediğin sana bir şeyler verir ve bir şeyler alır.
Benim herhangi bir şeyden kaçabileceğimi sanacak kadar saf olduğumu mu sanıyorsun?
Tek kaçış yolu teslim olmak ve teslim olacak olsaydım bunu yapmak için dünyayı geziyor olmazdım.
Nereden geldiğimizi anlamak istiyorum ki nereye gitmemiz gerektiğini anlayayım.
Bu neden senin için bu denli bir tehdit oluşturuyor?
Senden bir hafta haber alamadıktan sonra, annemle babamın Kadıköy’deki evinden sabahın erken saatlerinde ayrıldım.
Annemin sorularıyla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.
Gözden ırak dönülden de ırak olur derler, doğru değil ama.
Ne gözlerimden ne de kalbimden uzaksın sen, annem ise halimi hem anlamıyor hem de şüpheleniyor benden.
Yürüyüşe çıkmak istedim, kafam açılsın diye.
Başka yüzler görmek, seninkini de kafamdan atmak istedim.
Ama dışarı çıktığım gibi seni arar buldum. Evden vapura, Karaköy’e geçerken, ta İstiklal’e kadar.
Ondan sonra hergün evden kalktım, sokaklarda seni aramak için evden çıktım.
Başta her gün başka bir yoldan gidiyordum, nereye gitmiş olabileceğini tahmin etmeye çalışarak, geride bıraktığın kağıt parçalarında bulduğum ipuçlarını takip ederek. “Esra, 11.00, Mis Sokak’ın köşesi.”
Sonra Küçük Bayram Sokak’ta bir toplantıyla ilgili bir not buldum paltomun cebinde.
Sonra, notlar bittikçe kendimi beraber yürüdüğümüz yolları takip eder buldum.
Evden Karaköy vapuruna, Necatibey’den yukarı, İtalyan Hastanesi’nin ve Firuzağa’nın önünden, dar sokakları dolandıktan sonra parkın önünden, Alman Hastanesi’nin arkasından, Pürtelaş’tan aşağı, sonra Ülker sokak’tan yukarı Taksim’e, İstiklal’in hepsini yürüyüp, başladığım yere geri dönüyordum.
Her gün aynı yolu takip ettim, beraber gezdiğimiz o sokakları tekrar tekrar ayaklarımın altında çiğneyerek.
Her gün, ayaklarımı kaldırma daha da sert bastım, senin ayak izlerini kendim oluşturmaya çalışıyormuşcasına.
Betona bir harita oymaya çalışıyormuşcasına; beni sana geri götürecek bir harita.
Bana bir keresinde sevdiğim kadar sevilmeyi beklediğimi söylemiştin.
Ama yanılıyorsun, kuru olan ille de nemlenmeyi arzulamaz, asıl arzuladığı kendi başına hareket etmektir- suya doğru, veya sudan uzağa- yağmur gelse de gelmese de.
Bana aşkın bir duygu olmadığını, önce duygunun ortaya çıktığını, sonra aşkın ne olduğunu öğrenmek için o duygunun yaşanması gerektiğini söyleyen sendin.
Ancak o zaman daha derin bir noktaya ulaşabiliriz demiştin.
Öyleyse neden vazgeçtin, sevgilim?
Neden ille de kök salmalıyız?
Hayatımızın bizi şu anda hayal bile edemeceğimiz bir yere taşımasına neden izin vermeyelim?
Birbirimizi son gördüğümüzde bana çok fazla düşündüğümü ve yeterince konuşmadığımı söylemiştin.
Siyaset ve gelecek hakkında, nerede para kazanacağımız ve ne zaman özgürleşeceğimiz konusunda.
Önemli şeyler hakkında konuşmayı bırakıp sustuğumuz an hayatlarımızın bitmeye başladığı andır demiştin bana.
Ve sevgilim, şimdi senin yokluğunda, haklı olduğunu görüyorum.
Tüm düşüncelerim senin düşüncelerin.
Tüm sözlerim senden öğrendiğim sözler.
Mücadelemize devam ettik ve edeceğiz.
Çok şey kazandık, çok bedel ödedik,çok acı çektik.
Aşkımızı saklamayacağız.
Ne yanlış ne de yalnızız.
Henüz bitmedi, mücadelemiz devam ediyor.
Ya örgütlen ya da aç kal.
Ellerini bedenimden çek.
Bir özgürleşme kanununa ihtiyacımız var.
Başka bir dünya mümkün.
Aşk örgütlenmektir.
Devrim benim kız arkadaşım.
İnsan bedeninde kapanamayan tek deliklerin kulaklar olduğunu söylemiştin bana.
Seni seviyorum ve sana yolladığım bu seslere şekil veren nefesim tükenene kadar bunu söylemeye devam edeceğim.
Yakında bir yerde olmalısın, tatlım.
Geçen bütün bu insanların arasında bir yerde.
Sen de önümden geçiyor olmalısın.
Beni duyacak kadar yakında mısın?"
Sharon Hayes
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder