13 Ekim 2009 Salı

Doğruluk mu? Cesaret mi?


Biz küçük küçük çocukken bir oyun çok modaydı. “Doğruluk mu cesaret mi?”.


Oyunu hemen herkes bilir aslında. Bir kurban seçilir. Doğruluk mu cesaret mi diye sorulur. İki ucu kızgın değnek! Doğruluk dersin gidip “okulda kimden hoşlanıyorsun?” diye sorarlar. Ezilip büzülürsün, kıvranırsın. Sonunda “kimseden” diye cevaplarsın. Ne doğruluk kalır ortada, ne de oyuncuların tadı. Cesaret dersin olabilecek en absürd şeyi isterler. “Git hocanın çayına tükür” derler. Oyuna katıldığına bin pişman olursun, “ben oynamıyorum, kola almaya gidiyorum” deyip kaçarsın.

Bizim jenerasyonda bu oyun uzun yıllara yayılan bir hükümdarlığa sahipti. Yaşlar biraz ilerlemiş, yüzlerde tek tük sakallar çıkmaya başlamıştı. Hani şu “upuzun kızlar arasında pigme gibi dolaşan erkek çocuklar çağı”, onüç-ondörtlü yaşlar işte.

Bu dönemde ergenliğin kapıyı çalmasıyla tüm espriler, şarkılar, fıkralarda olduğu gibi oyunlarda da cinsellik ön planı almaya başlamıştı. Bir de doksanların “oynama şıkıdım”lı, “üç köşe yetmez karelere böl beni” li histerik müzik akımının da dönemin çocuklarına etkisi göz önünde bulundurulduğunda denebilirdi ki, “fırlamalığın” pik seviyede olduğu yıllardı o yıllar.
Biz o yıllarda ne zaman bu oyunu oynasak hep aynı seremoni yaşanırdı. Kızlar cesaret gerektirecek şeyleri yapmayı reddeden doğaları gereği hep “doğruluk” derler. “Hiç öpüştün mü?”, “epilasyon yapıyor musun?” gibi abuk ve hınzır erkek sorularına hep “hayır” cevaplarını vererek yalan söylerlerdi. Hatta bunu öylesine motor bir etki ile yaparlardi ki, neredeyse soru başlarken “hayır” kelimesi çıkmaya başlardı ağızlarından.

Erkeklere gelince olay tamamen rezaletti. Eline hırs alma fırsatını geçiren kız, “serde erkeklik var” diye gerim gerim gerinen oğlanın “cesaret” diyeceğinden emin olduğu için (doğruluk ne ola? Erkek dediğin cesur olacak, yiğit olacak…) hemen cebindeki kalıbı çıkarıp ortaya basardı.

“Bize nonoş taklidi yap!”

Bazen, ağzı bozuk kızlar kelimeyi “*bne”, daha cici kızlar ise “yumuşak” olarak telafuz ederler, ancak istekleri hep aynı olurdu.

***

Bir tatil günü geniş bir arkadaş grubu bir pikniğe katılıyorduk. Salıncaklar kuruldu, ipler atlandı ve en keyifli su savaşları yapıldı. Yapacak bir şey kalmadığı anda yine eğlence “doğruluk mu cesaret mi” de kitlendi. Oyun her zamanki gibi başladı ve devam etti. Kızlar her sefer “doğruluk” seçip yalan söyleyerek sıralarını savıyor, erkekler de “cesaret” ışığında “nonoş” olup oturuyorlardı.

Bir-iki derken şişe tam önümde duruverdi. Kurban bendim. Önce formaliteden “doğruluk mu cesaret mi?” diye soruldu. İki ucu kızgın değnek dedim ya; doğruluk desem “korkak korkak Ozan ödlek hahaaaaaa” diyecekler, “cesaret” desem “hadi bize nonoş taklidi yap” diyecekler. İkisi arasında gidip geldikten sonra belki bir farklılık yapıp daha yaratıcı bir cesaret örneği isterler umuduyla “cesaret” dedim. Karşımdaki dört kızın gözleri aytaşı gibi parladı. Hemen kulaktan kulağa kararlarını aldılar ve;

“Bize yumuşak taklidi yap” dediler.

A-man tan-rım!

Artık iyiden iyiye klişe olan bu isteği zedelemek için “arkadaşlar ya bir kez de farklı bir şey isteyin, bakın karşıda on kişilik bir piknik grubu var, gidip onların masalarını dağıtayım ya da bak şu hamakta uyuyan kızın ipini keseyim…”.

Suratlar epekşiydi. “Hayır yumuşak istiyoruuuuz! Ne nazlanıyorsun? Hem bak demin Tolga kendi sırasında ne güzel yaptı, ondan önce Ersan da yaptı, Nevzat her sıra geldiğinde değişik değişik yapıyor hem de…”

Tam bir obsesyon sergileniyordu yine. Tanrım bu kızlar ne enteresan varlıklardı. Neden sürekli bunu izlemek istiyorlardı ki? Belki de sürekli ezilen, geri plana atılan ve ilerde de böyle devam edecek olan dişi kimliklerini, üzerlerindeki baskının kaynağı olarak gördükleri dominant cinsiyete yapıştırarak, “oyunca” da olsa hırs alıyorlardı.

Suç benimdi. Doğruluk seçerek biraz dalga konusu olacak ama küçük bir yalanla sıramı savacaktım. Şimdi ise aynı şeyi bininci kez yapmak zorunda kalmıştım. Neyse ki bu obsesif grup “nonoş”luğu sadece birkaç tavırla sınırlı gördüklerinden, bu taklide bir karakter yüklememiz gerekmiyordu. Tüm erkekler “n’abersin ayol” diyerek söz konusu taklidimizi bitiriyor, ardından ise, tatmin olan karşı grubun yerlerde kıvranırcasına gülmesini ve hakkımızda yetenek kıyaslaması yapmasını dinleyerek sıramızı atlatıyorduk;

“Emre bu işi kesinlikle harika yapıyor!”

“Aaa yok yok sen Mert’ inkini izlesen koparsın Emre neymiş?”

***

Aklıma bu oyunu getiren geçen gece Sinem’ le ingilizce sözlük karıştırırken karşılaştığımız komik bir olay oldu.

Evanescence’ in My Immortal şarkısında geçen bir kelimeye bakmak için sözlüğü eline alan Sinem ilk kez “labunya” diye bir kelime gördüğünü ve ne anlama geldiğini bilip bilmediğimi bana sordu. Ben de “neymiş karşılığını oku bakalım o zaman” dediğimde “passive male homosexual” yazıyor dedi. Önce gülüştük, sonra “akademik bir sözlükte neden bu kelime geçsin ki?” diye düşünerek, aklımıza gelen ve “male homosexual” anlamı taşıyabileceğini düşündüğümüz tüm kelimelere bakmaya başladık.

Sonuç tam bir faciaydı. Aynı sözlükte ablacı, as solist, balon, beş yıldız, beşlik, Bursalı, çocukçu, düğme, dümbelek, esnaf, hafız, halka, inek, kaygan, keçi, keriz, keskin, kırık, kırıtık, kova, kovan, kulampara, kuzu, lağımcı, luti, oğlan, oğlancı, parlak, sevici, şapçı, şişeci, tayinci, tekerlek, top, torba, tünek, veren, yatık, yavşak, yumuşak… ulaşabildiğimiz -aynı anlamda kullanılabilen- Türkçe kelimelerden birkaçıydı. Önce kahkahalara boğularak eğlendiğimiz bu durumun altında ya ciddi sosyolojik bir neden yatıyordu ya da bu sözlüğü bizim kızlardan biri hazırlamıştı ?. Bir dilde, anlamını kırktan fazla kelimenin karşıladığı başka bir kavram olamazdı heralde.

Sosyolojik kısmını çok deşmeden biz eğlenmemize devam ettik.

“Hadi şimdi 113. sayfayı açalım, bakalım alttan 4. kelime de passive male homosexual mi?”



Haydi! Yine oynayalım.

Doğluluk mu? Cesaret mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder