12 Ekim 2009 Pazartesi

Criminal (+18)


Saat 04:36

Mezbaha şu ana kadar cinayetlerine devam etti . Yaklaşık bir buçuk dakika sonra şu an gözümü yakan beyaz ışığın çok uzağında olacağım. Sağır eden makine gürültülerini duyamıyor, tenimde odanın soğuğunu hissedemiyor olacağım ve ayaklarımın altında kayan bant artık başımı döndüremeyecek.

Çünkü bir buçuk dakika sonra başımla gövdem arasından soğuk bir çelik geçmiş, vücudumu iki birleştirilemez parçaya ayırmış olacak.

Üzeri pas ve kan izleriyle bulaşık beyaz duvarlardan yansıyan yoğun ışık beynimin içine işliyor. Doğduğum gün gördüğüm sarı ve sıcak ışıktan çok uzak, kablolardan taşınıp ölümümü izlemeye gelmiş meymenetsiz, apaçık alçak bir ışık bu.

Dişlilerin gıcırtısı devam ederken gözlerimi bandın dışına çeviriyorum. Kanımı donduran görüntüler, beynimin muhakeme yeteneğinin devre dışı kaldığı, hiç bir felsefenin ya da süslü paragrafın etikliğini kanıtlayamayacağı bir kıyımın zihnime kazınan son kareleri oluyor.

Işığı görebildiğim ve rüzgarın bedenimi yalayışını hissedebildiğim şu son bir buçuk dakika, evvelce aynı mekanda yemek yediğim ve gece yaslanarak uyuduğum dostumun yürüyen bir platform üzerinde, sağ arka bacağından sallanıp, başı ve gövdesi arasından alçakça açılmış bir boşluktan kanını yere boşaltmasını izleyerek geçiyor.

Korku ya da hüzün duymuyorum. Karmaşık düşünce sistemlerinin tümünün sahibi, biliş düzeyinin tepe noktasında ve hatta tanrı silüetiyle yaratıldığı düşünceleri ile kendini yücelten bir türün, aslında bünyesinde “sadizm” barındırabilen tek canlı olduğunu görüp sadece kendilerinden tiksiniyorum.

Düşüncelerle birlikte ayaklarımın altında devam eden yol son rampasına giriyor. İlk kez bacaklarımın titrediğini hissediyorum! Ölümden mi korkuyorum? Hayır, hayır! Sadece bu kadar amaçsızca ölmek onuruma dokunuyor.

Derken…

Sağ bacağım tüm ağırlığımı taşıyamayacak, diz bağlarım kopuyor. Gırtlağımın tam önünde keskin bir batma ve bir sıcaklık..

Ciğerlerim havayla dolamıyor…


Saat 04:37

Günlerdir parmaklığıma dayanıp beni burdan bırakmaları için haykırıyorum.

Son olarak, sağ duvara asılı su deposunu devirdiğim için dört gündür susuzum.

Dilimi ağzımın içinde oynatırken zorlanıyor, gözlerimi uzak noktadaki objelere odaklayamıyorum.
Elbette hiçbir yoksunluk hali, ailemi yeşil yaşam alanımda bırakmanın verdiği acıyı veremiyor. Memelerimi, yarı çıkmış dişleriyle çekiştiren bebeklerimin soğuk toprak üzerinde yemeksizlik ve annesizlikten can çekişerek yok olduğunu düşünmek, infazımın çabuk gelmesi için dua etmeme sebep oluyor.

Atıldığım tel kutunun kapısını açıp beni kirli ellerine alan bu insan, günlerdir kanayan ve çürümüş yumurta gibi kokan yaramın üzerini tek tırnağıyla kanırtarak küfrediyor. Kendisinin düşünce sisteminden ve tümden varlığından tiksindiğim için canımı acıtabildiğini ona belli edip sadist hazlarını tatmin etmek istemiyorum.



Ah! İşte beklediğim darbe! Beni yere atıp, kuyruk sokumuma dev bir tekme savurdu. Sanırım omuriliğim kopmuş olacak ki arka bacaklarımla direnemiyorum. Devasa büyüklükteki ayağını göğsüme bastırıp, başımı elleri arasına alıyor. Kırılan kaburgalarımın çatırtısıyla birlikte, yerini tam olarak belirleyemediğim ve üstümde tepinen insan(!) türünün dayanamayacağı cinsten bir sancı hissediyorum.

Sol eline bir bıçak alıyor. Gösterdiğim çırpınma reflekslerinden rahatsız “neden sorun çıkartmadan geberemiyorsunuz siz” diyen bir bakış atıyor ve bıçağını vajinamın tam önüne saplıyor.

On beş gündür göremediğim çocuklarımın yanına gitmenin keşke daha acısız bir yolu olsaydı diyorum.

Dilimi bilmeyen adam çığlığımla daha da tahrik oluyor ve bıçağı vücudumun üzerinde gezdirip açtığı aralıktan ellerini sokarak yıllardır bana ait olduğundan emin olduğum ve taşımaktan gurur duyduğum postumu gurursuzca üzerimden sıyırıyor.

Evet! Beni canlı canlı yüzüyor!

Tüm vücudumda ateş gibi bir yanma ve bilincimi yitirmeme sebep olan bir ağrı hissediyorum.
Ancak hala nefes alabiliyorum, evet nefes…

Üç oğlumun yanı başımda bir kökü kemirdiklerini görüyorum. Bir diğeri etrafımda koşarak yaban çileği yuvarlıyor.

Kendime bakıyorum; onları taşıdığım oda darmadağın… Olmaması gelektiği gibi…


Saat 04:38

Dışı yüzlerce wattlık ampullerle aydınlatılmış, şaşaalı binamın bodrum katındaki kafesten alınıyorum.

Öğlen vaktinde getirildiğim bu kurumun çok sıkı bir çalışma prensibi ve misyonu var. 7/24 türdeşlerimi öldürerek insanları mutlu ediyorlar. Ana binanın giriş kapısında da 7/24 mesai yaptıklarını gösteren bir ışıklı tabelaları ve her saat insanların şikayetlerini dinledikleri bir telefon hatları mevcut.



Ensemden büyük bir güçle asılan adam tüm hırsıyla beni çelik masanın üzerine savuruyor. İnsanların arasında uzun yıllar yaşadığımdan dillerini az çok anlayabiliyorum. Birisi beni öldürmek için doktora ihtiyaç olduğunu savunuyor, diğeri bu basit iş için kurumun kalifiye elemanlarını rahatsız etmenin gereksiz olduğu kanısında. Ama hemfikir oldukları tek bir şey var ki, o da beni bir kaç dakika içinde öldürmeleri gerektiği.

Telefonu eline alıp bir şeylere kafa sallayan ikinci adam, eliyle arkadaşına onaylama işaretini yapıyor. Ensemdeki adam tek eliyle, kafamı çelik masaya bastırırken, diğer eliyle kolumu sıkıyor. Öteki adamın elinde orta boy bir enjektör koluma doğru yaklaşıyor.

Olanca gücümle çabalayıp kafamı kurtarıyor ve ölmek istemediğimi bu anlama özürlü canlılara anlatmak için dişlerimi enjektörü tutan ele geçiriyorum.

Onu çok sinirlendirmiş olmalıyım ki bana o ana dek öğrendiği tüm küfürleri sayarken tam alt çenemin ortasına sert bir yumruk yerleştiriyor. Takiben, ardındaki dolabı açıp tek elim büyüklüğünde bir enjektör daha çıkarıyor. Enjektörü havaya kaldırıp boşluğa doğru pistonu çekerken, zevkin en büyük dilimini ağzında çiğnercesine sırıtıyor.

Adam, içine boşluğu çektiği iğneyi kaburgalarımın arasına tek hamlede sokuyor ve pistonu sonuna kadar ittiriyor. Her şey o kadar ani oluyor ki, vücuduma giren iğnenin acısını farketmeden göğsümde eşsiz bir sıkışma hissediyorum.

Görüşüm bozuluyor ve nefes alamıyorum. İstemediğim bir şeyi vücudumdan atmaya çalışırcasına kasılıyor ve havayı bir kez daha içime çekebilmek için tüm kaslarımı zorluyorum…


Saat 04:39

Sabahın ilk ışıklarıyla evine dönen kadın, alkole teslim ettiği elleriyle kilidi açıyor.

Ufak bir gıcırtıyı takiben kapanan kapının ardına uzun tüylü, havalı, kendisini onun içinde iken çok önemli hissettiği kürkünü asıp koridordan yalpalayarak devam ediyor.

Komodinin üzerinde, arabasının tekerleklerine işediği için ölümünü istediği köpeği almalarını talep ettiği telefon numarasının yazılı olduğu kağıdı tek avucuna alıp sıkıyor ve bir şeyleri başarmış olmanın verdiği gururla gülümseyerek banyoya ilerliyor.

Alkolün yanında yediği koyun parçaları midesini rahatsız etmiş olacak ki kafasını klozete gömüp kusmaya koyuluyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder